• https://www.facebook.com/Sazeliyye
  • https://twitter.com/Sazeliyye
    • İbn Ataullah İskenderi'nin (ks) Hikem-i Ataiyye adlı tasavvuf klasiği
    • Şâzeliyye tarikatının Zerrûkıyye kolunun kurucusu Ahmed Zerruk el-Fâsî ks. (ö. 899/1493-94)
    • Sultan II. Abdülhamid Han'ın devam ettiği Şazeli tekkesi Zâfir Efendi Tekkesi (Ertuğrul Tekke)
    • II. Abdülhamid Han'ın Şazeli şeyhi Muhammed Zafir Efendi (ö.1903) ve kardeşleri
    • Şâzeli tarikatına mensup Osmanlı padişahı II. Abdülhamid Han
    • Unkapanı Şâzeli tekkesi (Şazeli Tekke Camii olarak bilinmektedir.)
    • Gaziantepli Kadiri-Şazeli şeyhi Hasan Arslan Hocaefendi (ö.2011)
    • ŞAZELİ ismi marka olarak TÜRK PATENT ENSTİTÜSÜ'ne 10 yıllığına tescil ettirildi!
    • Buna göre, bir başkası tarafından bu isim kullanılarak matbaa, TV, radyo, gazete, dergi, yayınevi, takvim vd. bilumum basım-yayım, eğitim-öğretim, kültür hizmetleri gerçekleştilemez.
Şâzeliyye Tarikatı

Yirminci Yüzyılda Bir Veli (Kitap-2)

Tarihin En Dinsiz Döneminde Bir Hakikat Rehberi:
Yirminci Yüzyılda Bir Veli yani Şeyh Ahmed el-Alavî

E. Mahmud Manisalı


Kitap ve Önemi Hakkında

1982’de tercüme edilmişti, dilimize ve oldukça da önemli bir etki uyandırmıştı. 27 sene sonra yeniden çevrildi. Çeyrek asrı geçen bu ara nedendir diye bir soru sorduğunuzda gelen cevaplar pek iç açıcı değil. Ülkemizin kültür hayatında süreklilik ve fikr-i takip bulunmuyor; az okuyan bir toplumuz, dolayısıyla kitap basımı da arz talep dengesine riayet etmeyi gerektiren bir olgu olduğundan, yayınevleri ihtiyatlı hareket ediyorlar; ya da yayınevlerinin doğru dürüst bir yayın planları yok, rüzgarın estiği yöne göre hareket ediyorlar, popülist davranıyorlar; yahut kitap basımı son senelerde biraz artış gösterdi ama dergi, gazete, televizyon ve internet sitelerinde kitap tanıtımı ve eleştirisi yeterince kurumsallaşmadı, okuyucu hangi kitabı niçin okuyacağına karar veremiyor. Kitap deyince dertlerimiz depreşiyor, bu konu hakikaten çok önemli çünkü hakikate giden yol bilgi ve irfandan geçiyor, onun için kitap çok ama çok önemli lakin asıl konumuz Yirminci Yüzyılda Bir Veli kitabı ve Şeyh Ahmed el-Alavî hazretleri. Önce kitap ve tercümesinden bahsedelim, sonra da şeyh hazretlerini tanımaya çalışalım inşaallah.

Martin Lings (Ebubekir Siraceddin)’in* “20. yüzyılda Müslüman Bir Veli” başlığıyla doktora tezi olarak 1959’da hazırladığı ve daha sonra gözden geçirip “20. Yüzyılda Sufi Bir Veli” adıyla ilk defa 1961’de yayınladığı kitap, Şazeliyye tarikatının Darkavî kolu mürşidlerinden Şeyh Ahmed el-Alavî hazretlerinin hayatı, irşadı, etkisi ve eserlerini, okuyucuları manevi bir havayla saran bir şekilde anlatıyor. Yazar da bunu şöyle ifade ediyor zaten: “Bu kitap okurundan tek bir şey ister; “Ruhun hallerine karşı samimi bir ilgi. (s.28, Martin Lings’in 1993’te kitabın 3. baskısına yazdığı önsözden)”

Kitap titiz bir çalışmanın ürünü. “Lings, Londra Üniv. Doğu ve Afrika Çalışmaları Enstitüsü’nde hazırladığı tezinde, Şeyh Ahmed el Alavi'ye dair bilgi toplamak için birçok müridiyle yazışmış, Şeyh’e ait evrak ve eserler üzerine titizlikle eğilerek birçok tercüme yapmıştır (Mütercimin önsözü, s.19). Şeyh el-Alavî ile hiç tanışmamış olmasına rağmen, onun sadık müridleri vasıtasıyla müslüman olup Ebubekir Siraceddin ismini almış olan Martin Lings, el-Alavî hakkındaki bütün kaynaklar, şeyhin kendi eserleri ve müridlerinin tuttuğu notlardan yararlanarak eserlerinden ve şiirlerinden bazı örneklerin bulunduğu bu güzel kitabı hazırlamış. Şeyhin eserlerini, irşadını, gerçekleştirdiği teceddüd ve ihya hareketini ve etkisini, son derece yetkin bir şekilde ele almayı başaran Lings, bununla da kalmayıp eserini bir rehber-kitap haline de getirmiş.

Kitap şu sebeple de ayrı bir öneme haiz: “Yirminci Yüzyılda Bir Veli”, insanlık tarihinin dinle en az alakalı bir döneminde, arayanlara, hatta ne aradığını bilmeden arayanlara … yol gösteren bir deniz feneri mesabesindedir. (Mütercimin önsözü, s.20)

Kitabın mütercimi Betül Özel Çiçek Hanım, eserin ehemmiyetini şu cümlelerle dile getiriyor: “20. Yüzyılda Bir Veli'nin önemi üç türlüdür: Birincisi, genel olarak eserin büyük mutasavvıf Şeyh Ahmed el-Alavi hakkında yazılmış olması ile alakalıdır. Bu büyük mutasavvıfın hayatını ve öğretilerini bilmek Müslüman olsun olmasın herkes için ufuk açıcıdır. İkincisi ise Batı'da etkisi hissedilse bile layık olduğu değer gösterilmeyen bu büyük mutasavvıfa dair Batı dillerindeki ilk biyografik-akademik eser olmasıdır. Son olarak da kitabın önemi, Şeyhin maneviyatı ekseninde birçok girift tasavvuf meselesini ele alış ve anlatışındaki vazıhlıktan gelir. (1)”

Kitap ve İçeriği

“Nefsi dinin elinde kar tanesi gibi erimeyen kişinin elinde din kar tanesi gibi erir. / Sufi deyişi (s.13)” vecizesiyle başlıyor kitap ve okuyucuyu hemen tesiri altına alıyor.

Başına Martin Lings’in hayatı, mütercimin önsözü, müellifin 3. baskıya yazdığı önsöz konan kitabın birinci bölümü TARİK VE TARİKAT adını taşıyor ve Dışarıdan Görünüşü, Tasavvufun Menşei, İçeriden Görünüş ve Mürşid başlıklı fasıllardan oluşuyor. İkinci bölüm ÖĞRETİ başlığını taşıyor ve Vahdet-i Vücud, Üç Âlem, Harflerin Remzi, Muazzam Huzur, İrfan, Abdest, Namaz fasıllarından oluşuyor. Üçüncü bölüm İLERİ UFUKLAR başlığını taşıyor ve Manevî Rabıta, Vecizelerinden Seçmeler, Şiirlerinden Seçmeler fasıllarından oluşuyor; bu bölümde Şeyh’in Eserleri ve Silsilesi de ek olarak verilmiş.

Biyografi, “Dışarıdan Görünüşü” başlığıyla, o dönem Cezayir'de bulunan bir Fransız doktoru olan ve el-Alavî’ye de 1920’den hayatının sonuna kadar doktorluk yapan Marcel Carret'in şeyh ile ilgili izlenimleri ile başlıyor. (İşin ilginç tarafı Doktor Carret Hristiyan bile değildir, bir dinsizdir ama maneviyata yabancı olmayan bir entelektüeldir ve Şeyhi son derece saygıyla anlatmıştır.) Sonrasında Şeyhin bağlı bulunduğu tarikat ile ilgili bilgiler ve içinde bulunduğu çevrenin bir tasviri yapılıyor. Ardından şeyhin kendi aktarımları ve müridlerinin gözlemleri neticesinde biyografisi nihayete erdiriliyor. (İlk bölümde Şeyh’in tasavvuf yolunun yolcusu olmaya başlayışı, tabi olduğu üstadlar ve girdiği tarikatler, onu ömrünün çeşitli merhalelerinde gören her türden insanın intibaları ve Mürşid-i Kâmil olma yolunda ilerlemesi anlatılır. (s.21)

Biyografi kısmının ardından gelen "Öğreti" başlıklı kısım, şeyhin; "varlığın birliği", "harflerin simgeciliği", "namaz", "marifet"... gibi konularda görüşlerine ayrılmış. Bu kısımlarda Şeyh'in kendi kitaplarında, derslerinde ve bağlı bulunduğu silsile içindeki hocalarının eserlerinde konular hakkında anlattıkları aktarılmış. (İkinci bölümde Lings, Şeyh’in öğretisi hakkında bilgi verir. Bunu da ekseriyetle Şeyh’in risalelerinden seçtiği pasajlarla ve bu pasajlara getirdiği şerhlerle yapar. Özellikle “Vahdet-i Vücud” faslı bu çetrefilli konuyu en vazıh şekilde anlatan örneklerden biridir. (s.21)”

Kitabın son kısmı "İleri Ufuklar" başlığını taşıyor. Burada Şeyhin eserlerinden seçmeler ve şiirlerinden bazı parçalar yer alıyor Bunların ardından ise Şeyhin kitaplarına dair özet bilgiler ve Şeyh'in bağlı bulunduğu silsilenin bir tablosu yer alıyor. (Üçüncü bölümdeyse Şeyh’in şiirlerinden ve müritlerine yaptığı sohbetlerde söylediği vecizelerden örnekler bulunmaktadır. (s.21)

Çevrilişi ve Hazırlanışı

Kitabın çevrilişi hakkındaki bilgileri, Editör Zeynep Özbek Hanım’dan alalım: “Kitabın hazırlık aşamasında, tercümeyi yapan Betül Özel Çiçek’le sürekli irtibat halinde olduk. Ahmet Murat Özel, kitap basılmadan önce tercümeyi okuyarak yorumları ve açıklamaları ile çok kıymetli katkılarda bulundu. Ayrıca kitapta kullandığımız fotoğrafları sağladı. … Şiirlerin Arapçadan tercümesinde Doç. Dr. Ahmet Özel’in yanı sıra Burak Sönmez büyük emek verdi. Şeyh’in ismini de farklı bir şekilde translitere ettik. Ahmet Murat Özel’in çok yerinde tavsiyesine uyarak “Alevi” yerine “Alavi”yi tercih ettik. Böylelikle hem okurun, kitabı ve Şeyh’i Türkiye’deki Alevilerle irtibatlandırma ihtimalinin önüne geçmiş hem de orijinal Arapça telaffuza daha yakın bir söyleyiş yakalamış olduk. (2)” (Biz de bu görüşe katıldığımız için “el-Alavî” kullanımını tercih ettik.)

Mütercim de şunları ekliyor: “Tercümeyi kabul ederken, bunun asla çocuk oyuncağı olmayacağını bilmekle beraber, aslında ne kadar zor bir işe giriştiğimizin tam idrakinde değildik. Martin Lings, hem İngiliz dilinde hem de Arap dilinde üstad. Şeyhinin şeyhi olan Ahmed el-Alavi ise bir umman. Haliyle manevi ağırlığı, meşakkati fazla ama aynı zamanda himmeti bol bir süreçti bizim için. En büyük zorluklardan birini Lings'in Arapça'dan İngilizce'ye çevirdiği tasavvuf ıstılahını sağlıklı bir şekilde ve asıllarından kaymadan tekrar çevirirken yaşadık. Çoğu zaman Şeyhin eserlerinin aslına yahut Lings'in atıfta bulunduğu diğer tasavvuf klasiklerinin asıllarına ve/veya Türkçe çevirilerine, muhtelif Batılıların tasavvuf üzerine yazdığı eserlere başvurduk. (3)”  


Kitap ve Biz, Tasavvuf Literatürü ve Bazı Öneriler

Biz de bu eseri büyük zevk, şevk ve lezzetle okuduk. Birçok yerinde kalbimiz kabardı, gözlerimize yaşlar hücum etti. Sıradan bir kitap değil bu eser, 28 sene sonra kendini yeniden tercüme ettirişi, bunun zaten en küçük bir delili değil mi? Şeyh efendinin sade ama deruni, basit lakin istikamet sahibi, mütevazı fakat etkileyici hayatından, binlerce müslümanın irşadına ve birçok insanın da İslam dinini kabul edişine vesile oluşundan, alınacak çok dersler var.

Bizim de nice büyüklerimiz var, Anadolu’dan, Rumeli’den. Gönül ister ki onlar hakkında da insanların irşadına vesile olacak böyle eserler yazılsın. Neden olmasın ki… Son senelerde üniversitelerin tasavvuf ana bilim dallarında oldukça kapsamlı ve temelli çalışmalar yapılıyor ve bu eserler de basılıyor; biz de bunları gördükçe seviniyor ve bunlardan istifade ediyoruz. Şeyh Ramazanoğlu Mahmud Sami ve onun şeyhi Şeyh Es’ad Erbilî; Şeyh Mehmed Zahid Kotku ve halifesi Şeyh Mahmud Esad Coşan; Şeyh Abdülhakim el-Hüseynî, oğlu ve halifesi Şeyh Sultan Seyyid Muhammed Raşid Erol; Şeyh Abdürrahim Reyhanî; Şeyh Ali Haydar Ahıskavî, Sultan Baba kaddesallahu esrarahum hazeratı hemen aklımıza gelenler; tabii daha çok zatlar var. Bunlar hakkında da ciddi, inceleme, araştırmaya dayanan, sağlam belgeler ve sağlıklı yorumlarla süslenmiş master ve doktora tezleri hazırlansa ne kadar iyi olur. Hatta bu konuda biraz çabuk davranmak da gerekir, çünkü bazı büyükleri bizzat tanımış olanlar da yavaş yavaş aramızdan ayrılmaktadır, onun için bilgi ve belge bulmak da zor olmaya başlayacaktır.

Yirminci Yüzyılda Bir Veli kitabını yeniden çeviren; özenli, dikkatli ve yorucu bu çalışmasından ötürü Betül Özel Çiçek Hanım’a teşekkür borçluyuz. Kitabı çevirirken Şazeliyye-Darkaviyye-Alaviyye tarikatı, mensupları ve konuyla ilgili literatür üzerinde ciddi bir araştırma yaptığı dipnotlardan açıkça belli oluyor. Kitabın tanıtımının yapıldığı bir etkinlik düzenlense de Betül Hanım, kitap ve tarikat hakkında ilgilenenlere seminer verse de kendisinden istifade de edilse…

Burada şunu da vurgulamak gerekiyor kanaatimizce. Mütercim hatta elinden gelenin fazlasını yapmış ama kitabın bazı yerlerinde tasavvuf literatürünü bilenlerin dahi anlamakta güçlük çekeceği yerler var. Evet, tercüme hele hele tasavvufi bir eseri çevirmek zorun zoru, tasavvufi bir metni anlamak da bazen çok zor. Lakin bizim söylemek istediğimiz biraz farklı. Tarikatlara vurulan darbeden sonra bin yıllık tasavvuf geleneğimiz dolayısıyla tasavvufi eser yazma geleneğimiz birden kesiliverdi; bu inkıtadan sonra, son derece ihtiyatla yazılan eserlerse tasavvuf kültürünü tam olarak yansıtamıyordu. Bu arada dilimiz de çok değişti ve farklılaştı. Onun için yeni bir tasavvuf dili oluşturmaya ihtiyacımız olduğu muhakkaktır. Bu dil de kolay oluşmayacaktır lakin orijinal eser yazarlarının ve çevirmenlerin çok dikkatli olması; tasavvufi terim, deyim ve kelimeleri kılı kırk yararcasına kullanmaları gerekiyor diye düşünüyoruz.

Editör Zeynep Özbek Hanım’a ve kitabı basan Sufi (Timaş) Kitap’a da teşekkür ediyoruz, bizi böyle derin ve etkileyici bir kitapla yeniden buluşturdukları için. Bir iki küçük notumuzu da iletmek istiyoruz ki inşallah kitabın ikinci baskısının daha iyi olmasına vesile olur. İlki dipnotlarda “M.N. ve E.N.” kısaltmalarından birincisinin “Mütercimin Notu” ikincisinin de “Editörün Notu” anlamına geldiğini karineyle anlıyorsunuz ama bu tür kısaltmalar kitabın başında verilse daha iyi olmaz mı? İkincisi, sayfa 112’de “Burayı çıkartsak mı?” cümlesinin çıkarılması maalesef unutulmuş; bu ve bazı tashihlerin olması ciddi bir yayınevine yakışmıyor diye düşünüyorum. Üçüncüsü, 61’de başlayıp 62’de devam edip iktibas edilen menkıbenin kaynağı belirtilmemiş.

Şeyh Ahmed el-Alavî hazretlerinin kısa biyografisine geçmeden önce şu önerimizi dile getirmek istiyoruz. İslam âleminden ve dünyanın dört tarafındaki Müslümanlardan maalesef yeterince haberdar olamıyoruz. Gazetelerimiz ve televizyonlarımızın imkânları kısıtlı ama birçok yardım kuruluşumuz, dünyanın birçok yerinde şubeler açıyor dolayısıyla birçok değerli kardeşimiz buralarda bulunuyorlar; bu kardeşlerimiz buralardaki faaliyetlerden, tekkelerden, yayınlanan eserlerden ve akademik çalışmalardan, düzenlenen seminer ve sempozyumlardan bizleri haberdar etseler, Müslümanların irtibat ve birliğine yani çok önemli bir davaya da büyük hizmet etmiş olurlar. Afrika, ülkemizin de oraya ciddi bir yönelişinden sonra, yardım kuruluşlarımızın odağı haline gelen bir kıta oldu; buralarda bulunan kardeşlerimiz Şazeliyye’nin şimdiki durumu ve etkinliği, Afrika’nın içlerinde ve batısında yaygın olan Ticâniyye tarikatının çalışmaları vb. hakkında biz Anadolu Müslümanlarını bilgilendirseler ne kadar hayırlı bir iş yapmış olurlar.

Şazelî-Darkavî Şeyhi Ahmed el-Alavî Hazretlerinin
Hayatı, İrşadı ve Eserleri Üzerine


Cezayir'in Müstegânim** şehrinde 1869 doğmuş olan Şeyh Ahmed el-Alavî (Ebu-l-Abbas Ahmed bin Mustafa el-Alavî) kaddesallahu sirruh-ul-âlî, çocukluğunda düzenli ve kurumsal bir öğrenim görmedi; Kur’an’ı babasından öğrendi ve üçte birini hıfzetti; ailenin maddi durumu iyi olmadığından birçok işte çalıştı; babasının kendisi 16 yaşındayken vefatı üzerine ailesinin bütün sorumluluğunu üstlendi. Çocukken yeterli tahsil alamamıştı ama genç yaşlarındayken bunu telafi etti, bütün gücüyle ilme yöneldi ve bu arada Şâzeliyye(1) tarikatının Darkaviyye(2) şubesinin kollarından İseviyye’ye(3) bağlandı. Şeyh Muhammed el-Buzidî (1824–1909) kaddesallahu sirruh-ul-âlî ile karşılaşıp ona intisap etti, yanında 15 sene kaldı, onun mukaddemi (vekil, halife) oldu; süluk ve irşadını onun vesilesiyle tamamladı. Şeyhi yerine halife tayin etmemişti ama tarikat kardeşleri, aralarından birçoğunun gördüğü sadık rüyalar üzerine, ona inabe (biat) ettiler, o da böylece 25 yıl sürecek olan irşadına başlamış oldu.

İrşadının ilk yıllarında bir taraftan, şeyhinin vefatı ve onun irşada başlaması üzerine her yerden gelen müridlerin inabelerini kabul ediyor, diğer yandan tarikatı yeniden teşkilatlandırıyordu. Bu arada El-Minah-ul-Kuddusiyye kitabını bastırmak için Cezayir’e gitti, bastıramayınca Tunus’a geçti; orada Şazelî-Darkavî tarikatının diğer kollarına bağlılarla görüştü ve onlara Mürşid-ül-Mu’în kitabını okuttu, va’z u nasihatta bulundu; El-Minah-ul-Kuddusiyye kitabı burada basıldı. Daha sonra Libya’nın Trablusgarb şehrine gitti, el-Hacc Mutuk adlı bir Türk şeyhiyle karşılaştı, bu zat ona kendi tekke ve bağlılarının başına geçmesini teklif etti ama o kabul etmedi.

Buradan soğuk kış şartlarına rağmen İstanbul’a giden bir gemiye bindi, 1909–1910 kışına denk gelen bu İstanbul seyahatinden umduğunu bulamadı, bunu kendisi (bir müridine vefatından birkaç sene önce yazdırdığı ve Sidi Adda tarafından derlenip 1936’da basılan otobiyografisi mahiyetindeki) er-Ravdatü-s-Seniyye’de)  şöyle anlatıyor: “… Fakat istediğimi tam manasıyla yerine getirmem halifeyle alakalı isyanlar ve Türk halkı ile onların sözüm ona ‘Jön Türkler’ olarak adlandırılan reformcu gençleri arasında kısa bir zaman sonra patlak verecek sıkıntılar sebebiyle mümkün olamadı. Bu hareket devletin sürgün ettiği, bunun sonucunda Avrupa’nın muhtelif ülkelerine dağılmış kişilerce yönetiliyordu. Bu kişiler bulundukları ülkelerde tek amacı devleti eleştirmek ve devletin zayıflıklarını yabancı devletlerin gözleri önüne sermek olan gazete ve dergiler yayınlıyorlardı. Menfaatperestler bu yıkıcı harekette açık delik ve kapılar buluyor, ite kaka kendilerine yol açıp maksatlarına vâsıl oluyorlardı. Bu sebeple halife bu örgütün reisini tutuklamak ve hapse atmak mecburiyetinde kaldı. Bu esnada Jön Türkler haddi hududu olmayan bir insafsızlıkla faaliyetlerine devam etti, ta ki nihayetinde amaçlarına ulaşıncaya dek. ‘Rönesans’, ‘Vatanperverlik’ ve ‘Reform’ ile aslında ne demek istedikleri, gözleri gören herkes için aşikâr oldu. Ama bu konuda fazla konuşmayacağım: Kemalistlerin yaptıkları şeyler, bu onur kırıcı hareketin izini adım adım takip etmeyi manasız kılıyor. Bu bölgelerde gerçekleştirmeyi umduğum yerleşme planımın çeşitli sebeplerden mümkün olmadığına karar verdim., bu sebeplerden en önemlisi bu bölgelerin padişahlıktan cumhuriyete, cumhuriyetten de kuralsız bir diktatörlüğe dönüşme ihtimaliydi. (s.111–112)”

Kırk yaşlarındayken tarikatta teceddüd yapar, halvet sistemini ve bazı kuralları değiştirir ve Şazeliyye tarikatının Darkaviyye kolunun Alaviyye şubesini kurar; Fas’taki ana zaviyeden ayrılır, bu durum önceleri muhalefetle karşılanmışsa da sonradan bu şubenin daha büyük ilgiyle karşılanmasına vesile olmuştur.

1920’de tasavvufu müdafaa eden eserlerinden ilki olan el-Kavl-ul-Ma’ruf’u kaleme almıştır. Şeyh Ahmed el-Alavî’nin mücadeleci bir yönü de vardı ve 1922’de Lisânu Dîn, sonra da bunun yerine 1926 yılında da el-Belâg-ul-Cezâyirî isimli bir gazeteler çıkarmış; bu gazetelerde modernistlere, reformistlere, tasavvuf ve tarikata karşı çıkanlara uzun cevaplar vermiş, Müslümanların aydınlatılmasına çalışmıştır.

Şeyh Ahmed el-Alavî, Kuzey Afrika’da kendisi ya da mukaddemleri tarafından kurulmuş zaviyeleri ziyaret için sık sık küçük seyahatlere çıkardı. Fakirlerini yani müridlerini 40 günlük halvetlere sokar ve bundan taviz vermezdi; bir fakir halvetten çıkınca “önceki hayatı ile arasında kesin bir ayrım olurdu. Mesela bazıları dışarıdan gayet sıradan ve tek dertleri işleri, güçleri, çocuk yapmak ve kahvehanelerde laflamak olan inşaat işçileri gibi görünürlerdi. Ama artık tüm ilgi ve alakaları Allah’a yönelmişti, en büyük zevkleri zikirdi. (s.143–4)” Yetiştirdiği mukaddemleri kasaba ve şehirlerde kendisini temsil ediyorlar ve onları bazen irşad için değişik yörelere gönderiyor ve şu tavsiyede bulunuyormuş: “Kimseden, abdest almak için sudan başka bir şey istemeyin. (s.142)”

1926’da Paris Camii’nin açılışını yapmak ve ilk hutbeyi okumak üzere Paris’e gider. Şeyh Ahmed el-Alavî vefatından kısa bir süre önce Hacc vazifesini de eda eder; Kudüs ve Şam’a uğrar ve Müstegânim’e döner. Ardında 200 bine yakın mürid bıraktığı rivayet edilmektedir. Yerine Sidi Adda bin Tûnis (k.s.) geçmiştir. Tarikatı daha kendisinin sağlığında Şam; Yafa, Gazze (Filistin), Falûye, Aden, Addisababa, Marsilya, Paris, Laheyy ve Cardiff’te gibi şehirlere yayılmıştı. Vefatından sonra bu halkaya Liverpool, Hull, Shouth Shields, Birmingham dâhil olmuştur.

Meşhur ressam Abdülkerim Jossot (Gustave-Henri Jossot, 1996–1951), Michel Valsan [Şeyh Mustafa Abdülaziz, (1911–1974); Romanyalı diplomat, Muhyiddin İbni Arabî kuddise sirruh hazretlerinin eserlerini tercüme eden yazar, Etudes Traditonnelles dergisinin 1948–74 yılları arsındaki yayın yönetmeni], Fritjof Schoun (Şeyh İsa Nureddin el-Alavi ed-Darkavi el-Meryemî, 1907–1998; çoğunluğu köken olarak Hıristiyan ve Yahudi olan çok sayıda yetişmiş Müslüman müridi olmuştur); Yirminci Yüzyılda Bir Veli kitabının müellifi Martin Lings (Şeyh Ebubekir Siraceddin el-Alavî ed-Darkavî el-Meryemî); İsviçreli Titus Burckhardt (Sidi İbrahim, 1908–1984); Seyyid Hüseyin Nasr (doğumu 1933); Ian Dallas (Şeyh Abdulkadir Es-Sufi, (doğumu 1930) el-Alavî tarikatından feyz almış dünyaca meşhur aydınlardır. [Burada her ne kadar Darkavî-Alavî olmasa da Şazelî olan bir büyük aydının isminden bahsetmeden geçemeyeceğiz: Şeyh Abdülvahid Yahya yani René Guénon (1886–1951); Türkçe okurları onu birçok kitabından tanıyorlar. O da bir Şazelî şeyhi olan Abdurrahman Eliş el-Kebir’e müntesipti. Martin Lings Kahire’de iken onunla görüşmüş ve Lings vasıtasıyla Frithjof Schuon tarafından da ziyaret edilmiştir.]


Eserleri:

1. Miftah-uş-Şuhud fi Mezâhir-il-Vücud: Kozmoloji ve özellikle astronomi üzerine bir el kitabıdır.

2. Tefsir-ul-Kur’ân: Bakara suresinin 40. ayetine kadar lafızdan en kâmil manasıyla batınî olana kadar her ayet için dört ayrı tefsirin yapıldığı bir eserdir.

3. el-Mevâdd-ul-Gaysiyye en-Nâşi’u ‘an-il-Hikem-il-Gavsiyye: Süheyb Ebu Medyen’in vecizeleri üzerine bir şerhtir.
(Bu üç kitap, yayınlanmamıştır.)

4. el-Minah-ul-Kuddusiyye fi Şerh-il-Mürşid-il-Mu’îni bi-Tarîk-is-Sûfiyye: İbn Âşir’in (v.1631) Mürşid-il-Mu’în fi İlm-id-Din (Din İlminin Esaslar için Rehber) adlı eserinin şerhidir. Darkavî tarikatı mensuplarının ezbere bilmesi gereken bir kitaptır, böylece dervişler asgari manada dini öğreniyorlardı. el-Minah isimli şerhi Şeyh Ahmed el Alavî, ilk basımından sonra gözden geçirip bazı düzeltmeler yapmıştır; bu eser Şeyhin anlaşılması en güç eserlerinden birisidir.

5. Ünmûzec-ul-Ferîd: 1910’da yazılmış Besmele’nin noktasında saklı olan gerçek Tevhide işaret eden bir risaledir.

6. el-Kavl-ul-Makbul fi-ma Tetevassalu ileyh-il-‘Ukul: İslam, iman ve ihsan üzerine kısa bir izahtır.

7. Lubâb-ul-İlm fi Sûreti Ve-n-Necm: Necm suresinin tefsiridir (1915).

8. Devhatu-l-Esrâr fi Ma’na-s-Salâti ‘ala-n-Nebiyy-il-Muhtâr: Hz. Peygambere salat ve selam getirmek üzerine bir risaledir.

9. Divan: Şiirlerini içerir ve ilk baskısı 1921’de yapılmıştır.

10. Nûr-ul-İsmid fi Sünneti Vad’-il-Yedi ‘ale-l-Yed: Maliki mezhebi mensuplarının da namazda el bağlamaları gerektiğine dair fıkhi bir risaledir.

11. er-Risâletü-l-Alaviyye: Kelam, ibadet ve tasavvufla alakalı bin beyitlik bir eserdir.

12. el-Kavl-ul-Ma’rûf fi-r-Reddi ‘alâ men Enkere-t-Tasavvuf: İlk basımı 1920’de yapılmış tasavvufu müdafaa eden bir eserdir.

13. Mebâdi’u-t-Te’yid fi ba’di mâ Yehtacu ileyhi-l-Mürîd: Alavî tarikatına yeni girenler için basit bir dille 1926’da yazılmış ama bitmemiş bir eserdir.

14. Tefsîru Sûreti Ve-l-Asr: Asr suresinin tasavvufi bir tefsiridir.

15. Allah: el-Kavl-ul-Mûtemed fi Meşrûiyyyeti-z-Zikri bi’l-İsm-il-Müfred: 1927 yılı civarında yazılmış Allah isminin tekrarlanarak zikredilmesi hususunda el-Belâg-ul-Cezâyirî’de yayınlanmış yazılarından oluşan bir risaledir.

16. Risâletü-n-Nâsır Ma’rûf fi-z-Zebbi ‘an Mecd-it-Tasavvuf: 1927 yılı civarında yazılmış tasavvufu müdafaa eden bir risaledir.


Bu eserlerden Türkçemize tercümeler yapılmasını diledikten sonra bir şiirini sizlerle paylaşıyor ve Yirminci Yüzyılda Bir Veli kitabını mutlaka okumalısınız diyoruz, eğer “Ruhun hallerine karşı samimi bir ilgi” duyuyorsanız.

LEYLA

Yaklaştım Leyla’nın oymağına
Duyunca onun sesini
Öyle tatlı bir ses ki
İsterim hiç susmasın
Benden hoşnut oldu cezbetti beni
Aldı beni korumasına
Avuttu beni ve konuştu benimle
Oturttu beni karşısına
Kendisini bana yaklaştırdı
Kaldırdı benden ridasını
Beni dehşete düşürttü şaşırttı
Hayrete düşürdü güzelliğiyle
Aldı beni şaşırttı
Manasında kaybetti beni
Öyle ki onu kendim sandım
Ruhum ona feda oldu
Değiştirdi beni halden hale soktu
Bana kendi adını verdi
Beni topladı ayırdı
Kendi künyesiyle lakaplandırdı
Öldürüp beni parçaladı
Boyadı beni kanıyla
Öldürdükten sonra diriltti beni
Yıldızım ışık verdi onun semasında
Nerede ruhum nerede bedenim
Nerede nefsim ve onun aşkı
Leyla’dan bana bunların
Benden gizlenen sırların,
Hakikatinin nuru parladı.
Andolsun görmedi gözüm
Ne de müşahede etti ondan başkasını
Toplanmış onda manalar
Şanı ne yücedir onu var edenin

Ey güzelliği vasfeden işte benden
Sana bir şey onun senasından
Toplanmış onda manalar
Şanı ne yücedir onu var edenin

Ey güzelliği vasfeden işte benden
Sana bir şey onun senasından
Al benden şu fennimi
Bunu boş kibir sanma.
Kalp benden yana yalan söylemedi
Ona kavuşmakla sırrı zahir olunca
Yakınlık yok edince
Ben bâki oldum O’nun bekasıyla

(s.281–3; kitapta şöyle bir not bulunmakta: “Leylâ, “gece” manasına gelen bir kadın ismidir, burada Zât-ı İlâhî’yi temsil eder.)

ALINTILAR:

Şimdi, el-Alavî hazretlerini daha yakından tanımak için, İsa Nureddin el-Alavî el-Darkavî el-Meryemî yani Fritjof Schoun’un şeyhi hakkında yazdığı ince ve derin cümlelerle baş başa bırakalım sizi (s.156–7):

“Her dini yapının sırlı cevheri, yani Batınî varlığı ile o dini, din yapan düşünce bu dinin havasını teneffüs edenlerce aynı şekilde müşahhaslaştırılamayacak kadar ince ve derindir. Bu dini yapılardan (modern Batı’nın anlayamadığı âlemlerden) birinin gerçek bir manevî temsilcisiyle karşılaşmak ve sadece o medeniyetin evladı olmakla kalmayıp sözkonusu medeniyetin yüzyıllardır candamarlarını besleyen fikri, şahsında temsil eden biriyle yüzyüze gelmek ne büyük bahtiyarlıktır.

Böyle manevî bir rehberle karşılaşmak yirminci yüzyılın ortasında bir Ortaçağ azizi yahut Sâmi peygamberlerden birisiyle yüzyüze gelmek gibidir. Birkaç ay önce Müsteganem’de vefat eden tasavvuf büyüklerinden Şeyh el-Hacc Ahmed bin Alevî ile karşılaştığımda intibam da böyle oldu.

Kahverengi cellâbesi ve beyaz sarığı, gümüş rengi sakalı sanki ondaki mübarekliğin ağırlığıyla aşağı doğru sarkmış uzun elleriyle, Efendimiz Halil (Allah’ın dostu) İbrahim’in zamanından kalma saf ve kadim bir havayı etrafa yayıyordu. Kısık, yumuşak bir sesle konuşuyordu. Sesi kırılmış bir kristal gibiydi, kelimeleri sesinden parça parça düşürüyordu… Gözleri mezarları aydınlatmak için kullanılan lambalar gibi eşyayı delip geçiyordu. Dışlarındaki kabukta gördüğü hep aynı hiçlik, içlerinde gördüğü ise hep aynı hakikatti. Bakışları keskin, esrarengiz sabitlikleri sebebiyle neredeyse katı ama yine de merhamet doluydu. Gözbebekleri sık sık sanki hayrete düşmüş yahut fevkalade bir manzara karşısında büyülenmiş gibi aniden büyürdü. İlahilerin, semaların ve virdlerin ahengi Şeyh’in içinde daima sürüyor gibiydi; bazen de ruhu, ism-i ilahînin zikrde saklı, erişilmez esrarına dalmışken başı ritmik olarak bir o yana bir bu yana sallanırdı. Öyle uzak, öyle ulaşılmazdı ve onun soyut sadeliğini anlamak öyle zordu ki sanki bir gerçek değil de hayal izlenimi veriyordu… Etrafı, aynı anda hem azizlere hem liderlere hem yaşlılara hem ölmek üzere olanlara gösterilen bir hürmet ve ihtiramla çepeçevriliydi. (Rahimahu Llah, Fritjof Schoun, Cahiers du Sud içinde, Ağustos-Eylül, 1935)”
_________________________

* Dergimizin 3. sayısında Ebubekir Siraceddin’in “Kur’an Süslemeleri ve Sembolizm” başlığıyla çevrilen bir yazısı ve kısa biyografisi bulunmaktadır (s.10–11).

** Kitapta “Müsteganem” olarak geçiyorsa da Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde (DİA) yukarıdaki gibi yazılmış olduğundan onu tercih ettik. Bu tür konularda, yabancı dillerdeki yazımın değil de DİA’nın esas alınmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz.

(1, 2, 3)

http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=2142

linkinde yayınlanan röportaj ve haberden iktibas edilmiştir.

(4) Seyyid Ebu-l-Hasen-i Şâzelî: 12. yüzyılda yetişen büyük velilerdendir. Tam ismi Ali bin Abdullah bin Abdülcebbâr, künyesi Ebü-l-Hasen, lakabı Nûreddîn’dir; Peygamber efendimiz alehissalatü vesselam hazretlerinin torunu Hz. Hasan radiyallahu anhin soyundan gelmiştir. 1196 yılında Tunus’un Cebeli Zafrân bölgesinde bulunan Şâzele kasabasında dünyaya geldi. Bu bölgede doğduğu için Şâzelî adıyla meşhur oldu. Şâzeliyye adı verilen tasavvuf yolunun kurucusudur. İlme ve ilmi eserlere olan düşkünlüğünden gözlerini kaybettiği rivayet olunmaktadır; küçük yaştan itibaren ilim öğrenmeye başlayan Ebü-l-Hasen Şâzelî, dinî ilimlerin yanında fen ilimlerini de öğrendi. Tasavvufa ilgi duyan Şazelî hazretleri, Irak’a giderek buradaki âlimlerden Ebü-l-Feth Vâsıtî’nin sohbetlerinde bulundu. Daha sonra da uzun süre büyük velilerden Şerîf Ebû Muhammed Abdüsselâm İbni Meşîşi Hasenî hazretlerinin talebesi oldu. Kendi adıyla bilinen tarikatın başına vefatından sonra Abbas el-Mursî, onun yerine ise tarikatın yayılmasında büyük rol oynayan meşhur Hikem-i Atâî adlı eserin sahibi Taceddin İbni Atâullah el-İskenderânî geçti. Meşhur tarih felsefesici İbni Haldun da Şâzelî tarikatı mensuplarından idi. Tarikatın en yaygın olduğu bölgeler Cezayir, Tunus, Fas ve Mısır’dır. (kaddesallahu esrarahum) Ebü-l-Hasen Şâzelî, 1258 senesinde hac yolculuğu sırasında vefat etmiştir.

(5) Şeyh Mulay el-Arabî ed-Darkavî kaddesallahu sirruhu hazretleri (1779- 1823), Şâzeliyye'nin Fas kolu olan Darkavî tarikatının kurucusudur. (Mulay, Fas'ta, Hz. Peygamberin soyundan gelenler için kullanılır ve aslı “efendim", sahibim” anlamına gelen “mevlaye”dir .) Tarikatı Fas, Cezayir ve diğer Kuzey Afrika ülkelerinde yaılmıştır. Mulay el-Arabî'nin halifelerinden Şeyh Muhammed Zafir el-Medenî'nin oğlunun, Sultan II. Abdülhamid'in de şeyhi olduğu söylenir. Mulay el-Arabî ed-Darkavî'nin Mecmû'ati Resâil başlığıyla toplanmış olan mektupları, Cüneyd Köksal tarafından Arapça aslından çevrilerek Bir Mürşidin Mektupları (İnsan Yay., İstanbul 2008) adıyla yayınlanmıştır. Bu mektupların Darkavî dergâhlarında okunduğu bilinmektedir.

(6) 1523’te vefat eden Muhammed b. İsâ (k.s.) hazretlerine dayanır.

(E. Mahmud Manisalı imzalı bu yazı, Yüce Devlet Dergisi’nin 15 Şubat 2010 tarihli 4. sayısında yayınlanmıştır.)

Şâzelî Şeyhler