Ian Dallas (Abdülkadir es-Sufi)
Ian Dallas (Şeyh Abdülkadir es-Sufi eş-Şazeli ed-Darkavi el-Murabıt)
1934 yılında bir İskoç olarak dünyaya gelen ve Ian Dallas adı verilen çocuk, gençlik döneminde ruh dünyasında hissettiği derin boşluk nedeniyle sürekli bir arayış içerisindedir. Senarist, oyuncu ve tiyatrocu olarak oradan oraya savrulur. Londra’da bir üniversite kütüphanesinde çalışmaya başlar. Burada “İslam Yazmaları” bölümünde kitapları karıştırırken duvarda asılı bulduğu ve “Berekât’ü-Muhammed” yazısını içeren bir levhayı merak eder. “Resmi çengelinden çıkardım ve masama yüzüstü koydum. Desen bir camın üstünde bir fon kağıdıyla örtülmüş olarak duruyordu. Kağıdı kaldırdım. Resmin sırtında bir şeyler yazıyordu, alıp ışığa tuttum. Şöyle diyordu: ‘Bu bilgiyi arayarak elde edemezsin, ne var ki onu bulanlar aramış olanlardır.’ Bistamlı Beyazıt.” (Gariplerin Kitabı, Çeviren: İsmet Özel, Yeryüzü Yay., s. 20) Bir levha Dallas’ın yolculuğunu başlatır. Ve o ilahi gerçeğin peşine düşer; “Yolculuk o bomboş odada, hiç kıpırdamadığım bir an içinde başlamıştı.”
Yolculuğu kütüphane memurluğu yaptığı bir dönemde başlar ve Fas’a kadar sürer. Orada tanıştığı bir bedevi, onu mürşidine ve irşadına ulaştıracak ilk kapıdır.
“Bedevî beni yanına peykeye oturttu. Gözyaşları hala yanaklarımdan süzülüyordu; yüzümü sildim, konuşmasını bekledim. ‘Sen arşiv yetkilisisin. Kitapları kullanıyorsun ama bilgi sahibi değilsin. Şimdi bilgiyi bulacaksın. Seni onun yakınına kadar götüreceğim. Senin aradığını içeren bir kitap var. Adı Gariplerin Kitabı. İçinde bu dünyada ve sonrasında bilmek istediğin her şey var.” (s. 72)
“Bu gece ‘Gariplerin Kitabı’nı bulmak için yola çıkıyorum. Böyle bir kitap var mı? Acaba beni bu garip yolculuğa çıkmaya zorlayan böylesine garip bir kitap mı?” (s.73)
Arayış yolculuğu genç Ian Dallas’ı 1967 yılının Ramazanı’nda Marakeş’teki Karaviyyun camiine kadar götürür ve orada Müslüman olur. Ertesi yaz İslâm’ı tam olarak yaşamak arzusu ile Meknes’te küçük bir zaviyede yaşayan Şazelî-Darkavi şeyhi Muhammed İbn El-Habib’in (1876-1972) müridi olur. Tasavvuf, içerdiği tutarlı model ile Batılı bir sancılı yüreğin derin sorularını yanıtlar; insan olarak evrendeki varlığı ile ilgili tüm sorunlarını ve çözüm yolunu kavramasını sağlar. Muhammed İbn El-Habib, yeni hayatına anlam katması duasıyla kendisine yeni bir isim verir: Abdulkadir es-Sufî.
Şeyh Muhammed İbn El-Habib
Şeyh Muhammed İbn El-Habib ve Şeyh Ahmed el-Alavi
Bu süreçte hem İslam’ı, hem tasavvufun İslam içindeki yerini anlamaya çalışır es-Sufî. “Zaviyedeki ilk haftalarımda onu defalarca tasavvuf hakkında konuşmaya zorladım, ama her seferinde kaçamak davrandı. Tasavvufun tanımı nedir diye birden bire sordum ona, bir an düşündü ve sadelikle şunu söyledi. ‘Tasavvuf, Rabbi sevmek ve onun yarattığı her şeye karşı yumuşak davranmaktır. Böceklere bile.’ Bütün söylediği bundan ibaret kaldı.”
Fas’ın Meknes şehrindeki âsitânede bir süre kalarak ilk mürşidinin yakın gözetiminde seyr ü sülûkunda ilerler. Tasavvufî geleneğin bir yöntemi olarak mürşidinin işareti ile edindiği tecrübeyi ülkesi İngiltere ve daha ötesinde tüm Batılı insanlara aktarmak misyonu ile yurduna döner. Heyecan ile başladığı irşad çalışması ile ilk olarak dört kişinin Müslüman olmasına vesile olur. Kısa süre içerisinde çevresinde, küçük bir Müslüman cemaat oluşur. 1970’te hep birlikte irşad faaliyeti için ABD’ye giderler ve ardından bütün Avrupa, Nijerya, Güney Afrika, Malezya, Endonezya ve pek çok Arap ülkesini dolaşırlar. Bu faaliyetin sonucunda 1971′de öğretilerine kulak vererek İslam’ı seçen ve tarikat biatı alan insanların sayısı on altıya ulaşmıştır.
1971’de Es-Sufî, hacı olmaya karar verir ve dört müridi ile birlikte mürşidi Muhammed İbn El-Habib ile Mekke’de buluşmayı planladığı Hac yolculuğuna çıkar. Ancak ilk mürşidi Muhammed İbn El-Habib, Hac yolunda iken uğradığı Cezayir’de vefat eder. Bu veda ile rehbersiz olarak tek başına ilk Hacc’ını yapmak durumunda kalan Abdülkadir es-Sufî, hac görevini yerine getirip ülkesine döner. İlk müridleri ile birlikte kurdukları Darkavi Enstitüsü’nde oluşturdukları Diwan Press’de tasavvufî kitaplar ile İslam adlı bir derginin yayımına başlarlar. 1973′te sufîler arasında bir klasik haline gelen, Türkiye’de de çok okunan, kendi manevî yolculuğunu anlattığı “Gariplerin Kitabı” bu yayınevinden çıkar.
1974′de irşad çalışması için ABD’nin Kaliforniya eyaletine giden Abdülkadir Es-Sufî, Batılıları İslam’a davet etmek için organize edilen seminerlerde yaptığı konuşmalarından derlenen notları ertesi yıl “Muhammed’in Yolu” adıyla kimi ülkelerde Ian Dallas, kimi ülkelerde Abdülkadir Es-Sufî adıyla yayımlanır.
Türkçe’ye “Muhammedi Yol” olarak çevrilen kitapta, Es-Sufi, İslama tebliğ esnasındaki sohbetlerde tasavvufu esas aldığını belirtir.
1976 yazı boyunca tam üç ay, Londra’daki ünlü Hyde Park’ta İngilizlere İslâm’ı anlatmak için çalışır. İslam’ın, insanların iç dünyasını nasıl zenginleştirdiğini dile getirir, onları İslam’a davet eder. Aynı yıl sonbaharda müridleri ile beraber Londra’ya yaklaşık 200 kilometre mesafedeki Norfolk’ta, on yıl süre ile küçük tasavvufî cemaati ile birlikte yaşayacağı bir çiftliği satın alarak “Müslüman Köyü”nü kurar… 1980’lere doğru bu köyde, İslam’ı kabul etmiş yaklaşık 200 aile, modern yaşam tarzından uzak İslami bir komünü oluştururlar.
Bu dönem Es-Sufî cemaatinin püriten bir tavır ile çağdaş medeniyeti sorguladığı, hatta bütün gereksinimlerini kapalı devre olarak kendi kendilerine temin etmeye çalıştıkları reaksiyoner bir süreçtir. Norfolk’taki “Müslüman Köyü”ndeki çalışmaları yakından izlemeye alan ve ortaya çıkan gelişmelerden rahatsız olan İngiliz hükûmeti ve yerel makamların önlerine çıkarttığı sayısız zorlukları aşmaya çalışırlar. Cemaatin ağır sorumluluğunu üstlenen Abdulkadir es-Sufî, İslamî uygulama ve yaşama pratiğinde teorik olarak yetersizliğini hissetmeye başlar. Bu arada sayıları da artmış olan cemaatte, bazı psiko-sosyal sıkıntılar da ortaya çıkmaya başlar.
1976′da yeniden Kuzey Afrika’ya geçen Abdulkadir es-Sufî, tasavvufî eğitimini tamamlamak üzere bu defa Libya’da Bingazi kentinde yaşayan Şeyh Muhammed El-Fayturi’ye bağlanır. El-Fayturi, Es-Sufî ile özel olarak ilgilenir. İslam’ın fıkhî ve amelî inceliklerini de öğrenen Es -Sufi mürşidi tarafından halvet yaptırmak dahil tasavvufî bütün uygulamalardan geçirilir ve başarı ile geçtiği bu süreçlerin sonucunda icazetle şeyh ilan edilir.
Şeyh Muhammed El-Fayturi
Abdulkadir Es-Sufî artık bir şeyh konumuna gelmiş olmakla birlikte eski Hıristiyan çevresinden gelen eleştirilerin yanı sıra, tasavvuf karşıtı Müslüman çevrelerce de eleştirilere uğrar. Bu eleştiriler Şeyh Abdulkadir es-Sufî’nin İslam’ı anlama ve yaşama yaklaşımını gözden geçirmesine yol açar. Karşılaştıkları açmazları, -zaten ihtida ettiğinde Kuzey Afrika’da egemen olan fıkhını da kabul etmiş olduğu- İmam Malik’in hadis külliyatı, el-Muvatta’sını “amel kitabı” olarak kabul ederek, bu eksendeki yaklaşımlarını derinleştirir. 1980′li yıllara kadar insanları tasavvufî bir yöntemle İslam’a çağıran Es-Sufi bu kez Müslümanların, dünya sistemi karşısındaki durumlarıyla ilgili tezler de geliştirir.
İslamı ribat modeli bir site anlayışı içinde yaşamanın, hem İslami sorumluluğu yerine getirmek olmadığını hem de İslam’ın toplumsal teklifini kitlelere sunabilmeyi imkansız kıldığını anlayan Es-Sufi, modern yaşam biçimi ve düşüncesi üzerine fikirler geliştirir. Ayrıca çeşitli İslâm ülkelerindeki farklı İslâmî yaşantılar arasındaki farkı da fark eden Abdulkadir Es-Sufî, giderek politize olur ve İslâm ülkelerindeki uygulamaları kadim İslam geleneği ışığında sorguladığı bir sürece geçer. İşte bu fikir çerçevesinde, tağutî sistemlerle mücadeleyi bir “cihad” olarak değerlendirip, bir nevi İslami bir manifesto olan “Cihad” adlı eserini yazar.
1978′de basılan “Cihad” kitabında, güvenlik, savunma ve ekonomik yaklaşımlar açısından İslâm ülkelerini ve bankacılık sistemi üzerinden dünyaya egemen olan dünya finans sistemini sorgular.
İslam’ın dününü ve bugününü de Cihad adlı kitabında ele alan Es-Sufi bugün İslam için çaba sarf ettikleri belirtilen birçok ekole de karşı çıkar ve onların Batılı sistemlerle uzlaşı arayan düşünceye sahip olduklarını öne sürer: “Mekke’deki Rabıta’nın papa’sı ve papazlık müessesesiyle otokratik kaynaklı bir İslami Vatikan haline getirildiğini görürüz. Vatikan-Rabıta işbirliği güçlü bir ekonomik ve siyasi ikna mekanizmasıyla desteklenmektedir.” Müslüman Kardeşler’e de bir eleştiride bulunur; “Müslüman Kardeşler’in düştüğü hataları bilmemiz gerekir. Bozulmamış anlamıyla din olarak İslam’ın içinde neşvünema bulmuş bu kültürlü insanları öfkelerinden doğan bir gururun başarısızlığa uğrattığını görebilmeliyiz”
Kitabının son bölümünde İslam’ın en büyük düşmanının bugünkü ulema olduğuna dikkat çeken Es-Sufi, İslam için gerekli olan bazı eylemleri de şöyle sıralar:
“1-Yalnız camilerde namaz kılmayın, namazı halka götürün. Açık yerlerde namaz kılın- parklarda, kampüslerde Allah’a açıkça yalvarın.
2-Küfr’e namazla karşı durun. Bela çıkaracak yerlerde namaz kılma tehlikesini göze alın.
3-Halkı ücretli imamlar arkasında namaz kılmamaya inatla çağırın, müftüleri ve diyaneti, beynelmilel İslami teşkilatları nasıl hükümsüz kılacaksanız öylece hükümsüz kılın.
4-Milliyetçiliğe karşı durun. Milli mescidlere meydan vermeyin.Toplantılarımızda farklı kavimlerden Müslümanları birbiriyle kaynaştırın. Birlik olun. Bayrak selamlamayı, milli marşlara ihtiram göstermeyi reddedin. Camilerden milliyetçi sembolleri atın.
5-Genç Müslüman erkek ve kadınlara İslam dini üzere talim ve terbiye gösterin.Bu demektir ki onlara namaz kılmayı ve diğer ibadetleri bizzat kendiniz gösterin,onları yazılı metinlerin eline bırakmayın.Onlara Kur’an okumayı öğretin. Kıraatı resmi okuma üslubundan ve çarpıtmasından kurtarın.Kur’an’ı sesinizle süsleyin. Muharebe içinde eğitim.
6-Halk seviyesinde zekatı yeniden kurun ve Kur’anî modele dayalı ekonominin sahiciliğini gösterin.Önderlerin zekat vermeleri konusunda ısrar edin.İçinde bulunduğunuz birimin ve devletin mali durumunu inceleyin ve elde tutulan servetin zekata tabi olmasını sağlayın.
7-Yargılama sürecini insancıllaştırın.
8-Şeriat’ın ihya edilmesi için çatışan Müslüman önderleri bir araya getirin, cephelerini birleştirsinler.
9-Mücadeleyi gizlilikten çıkarıp açık durum haline sokun. Müslümanlar arası güven güçlü olmalıdır.
10-Müslüman siyasi yöneticileri şeriat’a uymaya açıkça çağırın.” (Cihad, Çeviri: İsmet Özel, Yeryüzü Yayınları 1980, s. 86-87)
Tam anlamı ile İslami bir manifestoyu andıran ve Es-Sufi’nin en radikal dönemlerinin eseri olan Cihad kitabını takip eden “Temel İslamî Eğitim” kitabı, müslümanın yaşadığı toplum ile ilişkilerini İslam’ın öngördüğü yönde dönüştürecek mücadeleyi verebilmesi için gerekli olan eğitimi temellendirmeye yöneliktir. İlhamını Hendek savaşında önde gelen sahabeler etrafında oluşan karargâh mescidlerden alan Es -Sufi, İslâm’ın yayılış sürecinde Kuzey Afrika’ya egemen olan Murabıtlar ve Senusîyye tarikatı ile özdeşleşen “ribat modeli”ni güncelleyerek yeniden oluşturmak ister. Müslüman aydınlar tarafından bile çok da iyi anlaşılamayan ve görüşleri yer yer aşırılıkla değerlendirilen Abdulkadir es-Sufî, İslam’ın bir bütün olarak yaşanabileceği ve her bir müminin tek tek iç dünyasını kemale doğru dönüştürürken dışarıdaki dünyayı da adaletin egemenliğine doğru yönlendirme çabası içerisindedir.
“Afrikalı Bir Müslümana Mektup” adlı kitabında geçirdiği değişim ve olgunlaşma sürecinin gerekli ancak aşılması gereken bir süreç olduğunu söyler. “Diyalektiğin Sonu” kitabı murabıt olarak inşa edilmekte olan yeni insan modeli için adeta rehber niteliğindedir. İslamın başarıya ulaşması için dünya sistemi içerisinde etkili olması gerektiğini anlayan Es-Sufi son yıllarda düşüncesini İslam liderliği üzerinde yoğunlaştırır, İslâm siyasetinin dünya ölçeğinde yürütücüsü olarak canlandırılmasını şart gördüğü hilafet konusuna yönelir. Bu noktada Osmanlı modelini de gündemine alan Es-Sufî, birçok yazısında Türklerin İslam dünyasındaki ağırlığı ve tarihte oynadıkları önemli rolü işler. Yeryüzü adaletinin sağlanması için yeniden tanımlanması gereken ekonomik ilişkiler ve özellikle bankacılık sistemi ve artık sanal hale gelmiş olan ABD dolarının egemenliğini bitirecek bir enstrüman olarak “İslam Dinarı” tedavülü de üzerinde çalışılması gereken bir alandır ona göre.
Bankacılık sisteminin ve özellikle faizin, dünyada yaşanan global krizin ve yaşanan adaletsizliklerin temeli olduğunu söyleyen Es-Sufî, Müslümanların, “modernite krizi” sorunları olmadığı, modernitenin kendisinin bir kriz olduğunu anlatır ve insan hakları yerine ‘ilahi haklar’ üzerinde durulması gerektiğini savunur.
İngiltere’den İspanya’ya taşıdığı çalışmalarını halen Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cape-Town kentindeki medrese-dergâh külliyesinde kurmuş olduğu merkezden yürütmek zorunda kalan Abdulkadir es-Sufî’nin son yıllarda yazdığı makalelerin başlıkları bile dünya egemenleri için nasıl büyük bir tehdit oluşturma potansiyeli taşıdığının göstergesidir.
Kaynak:
http://www.edebistan.com/index.php/semihakavak/batili-bir-dervis-ian-dallas-abdulkadir-es-sufi/2012/07/
http://www.tasavvuf.info/garib.htm
http://www.shaykhabdalqadir.com/
http://en.wikipedia.org/wiki/Abdalqadir_as-Sufi