Frithjof Schuon (Şeyh Îsâ Ahmed Nûreddîn eş-Şâzelî ed-Darkâvî el-Alavî el-Meryemî)
1907 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde Alman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının müzisyen olması sebebiyle sanata değer veren bir aile ortamında yetişti. İlk öğrenimini Almanca gördü. Fakat babası ölünce annesiyle Mulhouse'a göç ettiler, burada Fransız vatandaşı oldu ve eğitimini Fransızca sürdürdü. Çocukluğundan itibaren, bilhassa gençliğinde Batı felsefesi klasiklerini, Doğu metafiziğini okudu. Bir türlü tatmin ve teskin olmayan ruhu, Rene Guenon'un düşüncesini tanıyınca huzura erdi. Guenon felsefesi onun hayatında önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Derslerin monotonluğu ve basitliğin sebebiyle okulu terk etti. Tekstil desinatörlüğü yaparak geçimini sağlamaya başladı. Paris Camii'nde Arapça öğrenmeye başladı, Müslümanları ve İslamiyeti tanıma fırsatı buldu.
Seyyid Hüseyin Nasr’dan nakille Schuon’ün, İslâm dinine girişinin hikâyesi şöyledir:
“Bir gün ne yapacağını merak ederken, Allah’a şöyle dua ederek söz verir; belli bir günde, öğlene kadar Sema’dan bir işaret gelirse o işaretin ima ettiği dine girecektir. O gün, dairesinden onikiye çeyrek kala çıkar ve işlek bir ana caddeye doğru yürür. Öğleye tam beş dakika kala, tamamen İslâmî kıyafetler giymiş Kuzey Afrika askerlerinden oluşan bir bölük at sırtında meydanı geçerler. Paris’in orta yerinde gerçekleme ihtimali çok az olan bu işaretin mânâsı bellidir ve Schuon Tanrı’ya olan sözünü tutmaya karar vererek hemen İslâm’ı kabul eder.” (Nasr, “Frithjof Schuon and Islâmic Tradition”, s. 29)
Askerlik vazîfesini ifâsından sonra ve 1929’daki ekonomik buhranın eşiğinde, Schuon Paris’e yerleşti ve kendine orada tekstil desinatörü olarak iş buldu. Malî durumu hala çok iyi değildi ama o buna kayıtsızdı. Yahudi bir arkadaşından Arapça öğrendi ve camiide dersler aldı ama yoğun ilgisine rağmen ciddi olarak İslâm’a girmeyi henüz düşünmüyordu. Yine de 9 Nisan 1931’de arkadaşı Jenny’ye yazdığı mektubunda Arapça hatla yazdığı Besmele-i Şerif’le başlamıştı. Bu mektupta Guénon’dan üstâd diye bahsetmektedir.
Birkaç ay sonra yine Jenny’ye yazdığı bir mektupta “İslâm altından gözleri ile bana bakıyor. Beni zehriyle kemiren bu iğrenç atmosfere dayanmaktan bîtab düşmüşüm, İslâm’ın içine dönüşü olmayacak bir şekilde dalacak mıyım? Herşey takdir-i İlâhî” der.
Şubat 1932’de birdenbire işini kaybeden Schuon, Avrupa’nın tadına yeteri kadar baktığını düşünerek, parasız ve ümidini yitirmiş bir şekilde Cezayir’e çekilmeye karar verir. Ayın 21’inde arkadaşı Oesch’e yazdığı mektupta şunları söyler: “Biskra’ya (çölde bir vaha) ölmek için değil, Tek’in muradı doğrultusunda arınmak için gidiyorum. Artık hiçbir şeye ihtiyacım yok. Belki de hiç duyulmamış bir şarkı gibi buharlaşır uçarım. Batı bir tekerlek gibi üstümden geçti ve kaburga kemiklerimi kırdı. Bundan sonra artık daha fazla tâviz yok. Sadece yaşayanların ve ölülerin efendisi Yüce Tanrı var.”
Schoun'un İslam geleneğini yakından tanıması ve doğrudan Müslümanlarla münasebet kurması 1932 yılında Cezayir'e gitmesiyle mümkün oldu.
Orada Şeyh Ahmed el-Alavi ile tanıştı, yanında dört ay kaldı. 1933 yılının Şubat ayında Şeyhin kendisi tarafından, Şeyhin mukaddemi (vekili, halifesi) Adda Bin Tounes’in yanında tarîkata kabul edildi. Burada kendisine İsa Nûreddin ismi verildi.
1935 Martında, Schuon Mustaganem’e geri döndü. Sidi Adda Ben Tounes, Şeyh Ahmed el-Alavî’nin vefatından sonra yerini almıştı. Bu ziyaret esnasında Şeyh Adda, Schuon’e mukaddemlik makâmını tevcih etti. Şeyh Adda, Şeyh Ahmed el-Alavî’nin dileği mûcibince, bu kararı aldığını ve kararın Schuon’ün girdiği uzun ve terbiye edici bir halvetin ardından verildiğini söyler. (Aymard ve Laude, s. 140-141)
Schuon’ün Ahmed el-Alavî hakkındaki izlenimleri şöyledir:
“Böyle manevî bir rehberle karşılaşmayı insan, yirminci yüzyılın ortasında bir ortaçağ azizi yahut Yahudi babasıyla tanışmakla karşılaştırabilir. Günümüzün büyük tasavvuf şeyhlerinden Şeyh el-Hacc Ahmet Ebû Abbas ibn Mustafa el-Alavî’nin bıraktığı intibâ buydu. Kahverengi bir cebellâ giymiş ve beyaz sarık takmıştı, gümüş rengi sakallıydı, ileriyi gören gözleri ve uzun elleri vardı. Ellerinin hareketleri Şeyhin bereketi ile doluydu. Efendimiz Halil İbrahim’in zamanından saf ve arkaik bir ambiyası dışarı yansıtıyordu. Zayıf, yumuşak bir sesle konuşuyordu, kelimeler damla damla düşüyordu. Gözleri iki mezar lambası gibiydi, önlerindeki nesneler ne olursa olsun sadece tek doğruyu görüyorlardı. ... Ruhu, İlâhî ismin zikrin içinde saklı hududsuz gizemlerine dalmıştı... Şahsından gerçek ötesi bir şeyler yayılıyordu, soyut sadeliği içinde öyle uzak, öyle kapalı ve öyle tahmin edilemezdiki. Bir velîye, bir lidere, yaşlı bir adama, ölmek üzere olan birine karşı duyulan bir hürmet etrafını sarmıştı.” (Aymard ve Laude, s. 17-18)
Nasr, Schuon’ün İslâmî elbiseler giymesinin arkasındaki sebebi şöyle anlatır:
“1957’de, Schuon’le Lozan yakınlarındaki evinde ilk defa karşılaştığımızda, her zaman olduğu gibi, tamamen geleneksel Mağrip elbiselerine bürünmüştü. Bize, birçok kişinin Avrupa’nın ortasında neden ısrarla geleneksel İslâmî elbiseler giydiğini merak ettiğini söylemiş ve bunun sebebinin İslâm Peygamberi’nin bereketinin böyle bir elbisenin içinden aktığını ve bu bereketin tam mânâsıyla ancak böyle bir elbisenin içinde tecrübe edilmesi olduğunu söylemişti. Bu kıyafetleri giymek kişinin varlığına Muhammedî bereketi getirir ve ibadet ve zikirleri kolaylaştırır. Aynı zamanda da Schuon’ün içinde yaşadığı ve mürîdlerine de özel yaşam alanlarında ve tabiî ki hepsinden önce evlerinde ve ibadete ayırdıkları odalarında mümkün olduğu derecede oluşturmalarını istediği geleneksel İslâmî ortamın yaratılmasına yardımcı olur.” (Nasr, “Frithjof Schuon and the Islâmic Tradition”, s. 45 – 46)
Hem eşi Catherine Schuon anılarında anlattıklarından hem de İngiltere’deki mukaddemi Martin Lings ile Amerika’daki mukaddemi Seyyid Hüseyin Nasr’ın anlattıklarından yola çıkarak Schuon’ün özel hayâtının da esâsen, Batı’nın kalbinde yaratılmış bir geleneksel İslâmî ortamın tekrar yaratılması ile oluşmuş bir atmosfer olduğunu anlıyoruz. Nasr bu durumu şöyle açıklıyor: “Schuon’ün İsviçre’deki evinin içi, en güzel geleneksel Mağrip evlerinin içi gibiydi, ve bu evin içinde kişi kendini İslâm dünyasının geleneksel atmosferinde hissederdi. Ama bunun sebebi sadece evin İslâm sanatının örnekleri ile dolu olmasından kaynaklanmıyordu. Schuon’ün günleri farz namazla bölümlere ayrılmıştı ve gençliğinde sadece Ramazan’da değil, Peygamber’in sünnetini tâkip ederek başka birçok günde de oruç tutardı. Neredeyse her gün Kur’an okurdu. İslâm’a girdiği andan itibaren, dininin ekzoterikten en ezoteriğine kadar pratiklerini yerine getirerek Müslüman olarak yaşadı. Daha önce de bahsedildiği gibi, ezoterizmin ve evrensel metafiziğin en büyük sözcülerinden olması, formlar sathında Müslüman olmasını etkilememiştir. Hristiyanlık, Hinduizm, Budizm, Şamanizm ve diğer dinler hakkında belâgatle yazılar yazsa da tâkipçileri için onun ismi Şeyh İsa Nureddin Ahmed’di, başka bir şey değildi. Ve öldüğünde de geleneksel uygulamalara sıkı sıkı bağlı kalınarak İslâmî törenle defnedilmiştir”. (Nasr, “Frithjof Schuon and the Islâmic Tradition”, s. 31)
Schuon aralarından özellikle Hz. Ali’yi sevdiği dört halîfeden başka, Şeyh Ahmet el-Alavî gibi tasavvufun büyük üstadları üzerinde de çalışmış ve onları takdîr etmiştir. Bu üstadlardan bazıları: Cüneyd, Arap sufi şair Nifferî, Şeyh Ebu’l-Hasan el-Şâzelî ve aralarında İbn Meşîş, Ebu Medyen, İbnü’l-Arabî ve tabiî ki kendi manevî üstadı Şeyh el-Alevî bulunan birçok diğer Mağribli şeyh. Schuon, kendi üstadı Ahmet el-Alavî’ye surhomme (süperman) derdi, hayâtının sonuna kadar da şeyhinin eserlerinden alıntılar yapmaya devam etti. Schuon, İbnü’l-Arabî ’yi de severdi ve gençliğinde onun şiirlerinden bazılarını Fransızca’ya tercüme etmişti, ama İbnü’l-Arabî ’yi bütün İslâmî ezoterizmle özdeşleştirmeyi ve böyle yapan kimi Guénoncuların fikirlerini reddetmişti. İbnü’l-Arabî ’ye Şeyh’ü-l Ekber diyerek saygısını belli eden Schuon yine de onun kimi görüşlerinin pürüzlü olduğunu düşünüyordu.
1950’lerin sonundan itibaren, Nasr vasıtasıyla Farslı tasavvuf üstadlarının eserleri ile tanışan Schuon, özellikle Mevlânâ’ya, Şebistârî’ye, Câmî’ye bağlandı ve Mevlânâ’nın tasavvuftaki en evrensel velî olduğu kanaati onda hasıl oldu.
1960’larda, Kutsal Bâkire’nin [Hz. Meryem'in] kendisine görünmesinden sonra 1930’larda Avrupa’da kurduğu tarîkata Meryemîyye ismini de ekledi ve Şeyh İsa Nûreddin el-Alavî el-Meryemî ismini kullandı.
1968 yılında Türkiye'ye, Hıristiyanlarca Hz. Meryem'in mezarının bulunduğuna iddia edilen Efes yakınındaki Kuşadası'nda kaldı. 1981'de Amerika'ya göç eden arif ve filozof Schoun 5 Mayıs 1998'de inzivada yaşadığı Amerika'nın Bloomington kentinde vefat etti ve evinin bahçesine defnedildi. Dünyanın çeşitli yerlerindeki Şazeli tekkelerinde onun için gıyabi cenaze namazları kılındı.
Schoun'un Türkçe'ye çevrilen eserleri şunlardır:
-İslam'ı Anlamak,
-İslam'ın Metafizik Boyutları
-İslam ve Ezeli Hikmet
-Dinlerin Aşkın Birliği
-Varlık Bilgi ve Din.
Schoun bıraktığı otuz küsür eser ve yüzlerce makalenin yanında, Michel Valsan (Schoun'un halifesi), Seyyid Hüseyin Nasr (Schuon'un mukaddemlerindendir), Huston Smith, Titus Burckhardt (Schuon'un müridlerindendir), Gai Eaton, Martin Lings (Schuon'un mukaddemlerindendir) ve Victor Danner gibi önemli şahsiyetlerin düşünceleri üzerinde de etkili olmuştur.
Guenon ve Schoun birlikte
Martin Lings ve Schoun
(1956)
Schuon ve halifesi Michel Valsan
Kaynak:
Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri (1839-2000), İstanbul: Dergah Yayınları, 2002, s. 500-501
Adnan Aslan, "Vefeyat", İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı: 2, 1998, ss. 289-293
Mahmut Kanık, "Frithjof Schoun'un Hayatı ve Eserleri", İslam'ın Metafizik Boyutları, Frithjof Schuon, çev. Mahmut Kanık, İstanbul 1996, ss. 11-14
Hüseyin Yılmaz, Ezeli Hikmet ve Dinler, İstanbul 2003, ss. 121-124
???, "İsa Nureddin". TDV İslam Ansiklopedisi
İbrahim Çelik, Gelenekselci Ekolün Tasavvufi Görüşleri (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Anabilim Dalı, Van 2006, s. 17-18
Betül Özel Çiçek, Frıthjof Schuon’un Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007, s. 45-48, 50-51, 59-64, 72, 83, 86-104
Aymard, Jean-Baptisme ve Patrick Laude, Frithjof Schuon Life and Teachings, Gillian Harris, William Stoddart, John Monastra, Helen Komen ve Deborah Casey (çev.), Newyork: State University of New York Press, 2004
Seyyid Hüseyin Nasr, “Frithjof Schuon and Islâmic Tradition”, Sophia, vol.: 5, Sayı: 1, Yaz 1999